‘’İnsan ölümsüzdür; kurtuluşu bu dünyadan sonradır.
Devlet is ölümsüz
değildi; kurtuluşu ya şimdi sağlanır,
ya da hiçbir zaman
sağlanamaz.’’
Richeliu
HENRY KİSSİNGER
1923 yılında Almanya’nın Bavyera bölgesi’nde
Fürth’te doğdu. Köken olarak Yahudi olan Kissinger, Nazi zulmünden kaçarak
1938’de Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrine yerleşti. New York
City’e bağlı Manhattan’da George Washington Lisesi’nde lise eğitimini aldı.
Sonra ise muhasebe eğitimi aldı. Yıl 1943’ü gösterdiğinde ise Amerika
vatandaşlığına kabul edildi. Daha sonrasında 1945 yani 2. Dünya Savaşı bitene
kadar Amerkia ordusunda çavuş olarak görev yaptı, daha sonraki iki yılda ise Avrupa’da
istihbarat dersleri verdi.
Amerika’ya döndüğünde Harvard
Üniversite’sinden eğitim bursu kazandı. Uluslararası İlişkiler bölümğnğ okuyup
yüksek lisans daha sonra ise doktorasını yaptı. Bitirdikten sonra aynı
üniversitede öğretim üyesi olarak çalıştı. Aynı zamanda ise hükümet adına
Uluslararası İlişkiler Merkezinde görev aldı. J.F. Kennedy ve L.B. Johnson’un
özel danışmanlıklarını üstlendi. Nixon zamanında ise Ulusal Güvenlik Danışmanı
oldu.
Kissenger Vietnam Savaşı sonrası oynadığı
diplomatik rol sayesinde 1973 Nobel Barış Ödülü aldı. 1977’ye kadar Amerika’nın
56. Dışişleri Bakanlığı yaptı. Arap-İsrail Savaşları’nın sonuca gitmesinde
hatrı sayılır bir rolü olan Kissinger, aynı zamanda Pakistan-Hindistan, Yan
Kuppir savaşları ve Kıbrıs Harekatı’nda öne çıkan isimlerdendir.1982 de
kenidene ait olan ‘’Kissinger Associates’’i kurdu[1].
BASKI TAHLİLİ
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan
basılan kitap, 16-23,5 boyutlarında bir baskıya sahiptir. 2004 yılında başlayan
basımı son olarak 2017 yılında 16. Basım’a ulaşmıştır. Özgün adı Diplomacy olan
kitabı çeviren ise İbrahim H. Kurt’tur. Kitabın sayfa sayısı sekiz yüz elli
altı(856)’dır. Otuz Bir(31) ana
başlıktan oluşan kitabın sonuna Teşekkürler, Notlar ve Haritalar adlı 3 bölüm
daha eklenmiştir.
KİTAP TAHLİLİ
Kitap toplam otuz bir başlıktan oluşsa da
biz bunlardan bir, iki, üç, dört, beş, altı, on altı, yirmi dört, yirmi sekiz,
yirmi dokuzi otuz ve otuz birinci bölümler hakkında bilgi verilecektir.
Birinci bölüm Yeni Dünya Düzeni adlı
bölümdür. Kissinger bu bölümde Amerika Birleşik Devletleri’nin öne çıkan
özelliklerinden bahsetmiştir. Aynı zamanda Amerika’nın yükseldiği dönemde dünya
devletlerinin nasıl bir durum içinde bulunduğunu vermiştir. Japonya, Hindisatan
gibi devletler bunlara örnektir. Aynı zamanda çeşitli antlaşmalar ve öenmli
kavramlar üzerinde durmuştur. Bunlardan biri de güç dengesi kavramıdır. Genel
anlamda güç dengesi bir devletin egemenlik arzusunu hem de devletler arasındaki
anlaşmazlık durumlarını en az seviyeye indirmektir. Bölümün sonunda Kissinger
bir devlet adamını tasvir etmiştir.
İkinci bölümde ise başlık Bağlantı: Roosevelt
veya Wilson. Bu bölümde genel olarak Roosevelt ve Wilson’ün düşüncelerinden
bahsetmiş ve bu düşünceler doğrultusunda Amerika politikasının nasıl
geliştiğine yer vermiştir. Başlangıç olarak direkt Roosevelt ve Wilson
arasındaki görüş farklılıklarıyla başlamıştır. Roosevelt birinci bölümde
bahsettiğimiz güç dengesi kavramının dünyada Amerika olmadan asla olmayacağına
inanıyordu. Wilson’a göre ise güç dengesi Amerika’nın bir görevinde önemli yer
kaplıyordu. Oda Amerika düşüncesini dünyaya yaymaktır. Roosevelt’e göre ulusal
çıkarlar ağır basarken, Wilson’a göre ulusal çıkar, dünyada barış, demokrasi,
evrensel hukuk gibi kavramlar ile ilişkilendirilmelidir. Wilson bu fikirlerle
paralel olarak Milletler Cemiyeti’ni ortaya atan adam olmuştur. Bu fikirler
üzerinden şekillenen bir bölüm olmuştur. Şunu belirtmek gerekirse Roosevelt çok
fazla ulusal çıkarlarını düşünüyordu. Dış ilişkilerde örneğin Rusya’nın tamamen
bitmesini değil zayıflayıp öyle kalmasını istiyordu ki bu Amerika’nın
yararınadır. Roosevelt’in böyle bireysel bakış açısı ve yaklaşımı karşısında
Wilson iyi niyetli bir anlayışla bir güç dengesini hor görüyor ve Amerika’nın
egemen değil bir yol gösterici olmasını istiyordu.
Üçüncü bölümde Kissinger’in başlığı
Evrensellikten Dengeye: Richelieu, William ve Pitt. Bu bölümde Amerika’dan
değil Avrupa’dan bahsetmiştir tamamıyla. Özellikle Avrupa’ya hükmetme yorumunu
Fransa, İngiltere gibi ülkelerin bakış açılarıyla ve olayı nasıl
değerlendirdikleriyle alakalı o devletlerin önemli kişileri yardımıyla
değerlendirmiştir. Batı Avrupa’daki imparator ve kilise arasında çıkan sorunlar
şuanda kullandığımız kuvvetler ayrılığı ilkesinin çıkmasına neden olmuştur.
Aynı zamanda derebeylerinin hükmünü ve güçlerini artırmıştır. Bu da bunların
artık imparatora temsili olarak biat edeceklerini göstermiştir. Başlıktaki
kişilerin özelliklerinden bahsedecek olursak; Habsburgların Avrupaya hükmetme
çabası sonucunda Katolik dinini Avrupaya yaymak istedi, sonrasında
karşı-Reformasyon’dan kaynaklanan bir Otuz Yıl Savaşları çıktı ve Almanlar iki
ayrı silahli güce dönüştü. Ve sonra Avrupa’yla savaşııp kaybettiler. İşte
bundan sonra Richelieu kendi fikirlerini ön plana çıkardı. Richelieu Fransız ve
1614-42 arasında Başbakanı. Richelieu tam bir laikti. Kendisi Fransa’nın
çıkarlarını herşeyden hatta dinden bile daha üstün tutmuş ve Avrupa’nın
tamamına egemen olunabileceğini düşünüş ve buna göre kavramlar geliştirmiştir.
Bunların en önemlisi Raison d’etattır. Bu kavram mealen devletin iyiliği için
her türlü araç kullanılabilir der yani kısaca mesele devletin yükselmesiyse
bunu sağlayacak her yol mubahtır. Bu kavram zamanında çok tutmuş ve
Richelieu’yu ve Fransa’yı çok ileri götürmüştür. Amacı ise o süreçte hem Habsburglar hemde
onların hanedanlarının evlilikle bağ kurduğu İspanya gibi devletlerin
çevrelemesinden Fransa’yı kurtatmaktı. Raison d’etat başarılı oldu. Sonraki 200
yıl Fransa yükseldi hep yani 19. Luı de Richelieu yu takip etmişti. Diğer yandan İngiltere’de vardı ki, başına
Oranjı Wıllıam geçmişti. Avrupa’da tek bir büyük devlet yer,ne küçük ulus
devletlerin olması İngiltere için iyi olurdu. Fransa tek bir devlet olmak
istiyordu Avrupa’da egemen. William ise hem Richelieu’nun Raison d’etatına
hemde Fransa’ya karşı ancak koalisyonlarla başarıya ulaşılacağı düşüncesindeydi
vekurdu. Sırf bu yüzden Fransa Avrupa2nın en büyük devlti olsada Avrupa’ya
hükmedemedi. Sonra Napolyon geldi ve Fransa tekrar Avrupa’ya hükmetmeye
çalıştı.
Dördüncü bölümde isim
olarak Avrupa Konferansı: Büyük Britanya, Avusturya ve Rusya. Başlangıç Viyana
Kongresi ile başlamıştır. Viyana Kongresi Npolyon Savaşları sonucunda galip
devletler arasında yapılmış bir kongredir ve yenilenlerden toprak alıp onlara
hükmetmek yerine onları eski topraklarını geri vererek daha dengeli bir Avrupa
siyaseti izlenmeye çalışılmıştır. Bu kongreden sonraki 40 yıl savaş olmamış
Kırım savaşı olmuş sonraki 60 yıl yine savaş olmamıştır. Kongredeki devlet
adamları dağınık Almanya’yı bir araya getirmeye çalışmışlardır. Nedeni ise
Almanya’nın Avrupa’da dengelenmesidir. Çünkü Almanya tarihte hep ya en güçlü ya
da en güçsüz olmuştur. Aynı zamanda diğer bir hedefte Almanların Avrupa
egemenliği amacını çürütmek için monarşi yerine birleşik bir Almanya
istemişierdir.
Avrupa’da ilk kez bir ittifak oluşmuş ve bu
Prusya, Rusya ve Avusturya tarafından oluşturulan Kutsal İttifak olmuştur.
Beşinci bölümden bahsedecek olursak; Bismarck
ve III. Napolyon arasındaki fikir ve strateji farklarından onların
karakterlerini de ele alarak incelemiştir. Bölümün başlığına da İki Devrimci
yazmıştır. Richelıeu’nun Raison d’etat’ının yerini Realpolitik kavramı aldı.
Realpolitik kavramı ise altıncı bölümdeki tek cümlelik tanımıyla, güç hesapları
ve ulusal çıkarların söz konusu olduğu bir dış politika olmasıdır. Böyle bir
sistemin ortaya çıkması birbirine zıt iki insan yani Bismack ve III. Napolyon
tarafından gerçekleştirilmiştir. İlk önce III. Napolyon’dan başlamak gerekirse;
kendisi N. Bonapart’ın yeğenidir ve 1852 de iöparator oldu bir darbe sonrası.
Bismack ise Prusya’lı ve antiliberal bir insandı. 1862’de zoraki olarak
başbakan oldu. Şunu belirtelim ki Napolyon istediği şeylerin tam tersini yaptı
ve Almanya, İtalya gibi devletlerin birleşme süreçlerini hızlandırdı, Polonya
devrimi’ni destekledi, Viyana Düzenlemeleri’ne karşı çıktı ve Fransa’yı bir
süre çabalasada ileri götüremedi. Fransa’ya hiç yararı dokunmadı değil tabiki.
Örneğin; Fransa’nın sanayi devrimi sürecine sokan odur. Özellikle ekonomik
ynden çok yol aldı fakat genel olarak pek başarılı olamadı.
Bismarck ise tamamen Almanların birleşmesi
sorununa çözüm olarak geldi. Çok akıllı bir liderdi, şiir sever edebiyata
ilgisi büyük, harikulade bir orantı duygusu ve gücü bierleşmiş bir kontrol
gücüne sahipti. Alman milliyetçisiydi. Almanya’nın tek başına kendini
yönetebileceğini savundu. Diplomatik olarak o zaman da onunla Avrupa’da pek
kimse yarışamadı. Napolyon’lu Fransa ile 1870’de savaş yaptı ve Fransa’ya karşı
diğer Alman devletlerin yardımıyla kazandı.Böylece Alman Birliği tamamlanmış
oldu. Bismarck bie devrimciydi. Dış politikaya tamamen objektif bir bakış açısı
vardı. Aynı zamanda dış politikanın sorunsuzluğu sayesinde iç politika da gayet
esnekti. Bismarck’ın fikirleri özet olarak böyledir.
Realpolitik Kendine Dönüyor bölümünü
incelersek eğer; başlangıç olarak bölümde Realpolitik kavramını tanımlamıştır.
Kısaca milli çıkarlar ve güç yarışında üstün gelmenin amaç olduğu bir dış
politika sistemidir. Bismarck zamanında Alman Birliği Fransa ile yapılan 1870
savaşından sonra kurulmuştu. Bu durum Avrupa üzerindeki dengeleri değiştirmiş
ve diğer devletlerin Alman yapısını kendilerine tehdit olarak görmelerini ve
buna göre politikalar izlemelerini sağladı.
Bu bölüme kadar ardışık bölümlerle gelinse de
bu bölümden sonra 16. 24. 27-31 bölümleri arasında
On altıncı bölüme başlayacak olursak; Barışa Üç Farklı Yaklaşım . Hitler’in
gelişiyle Alman milliyetçiliği en üst derecelere yükselmiş ve Almanya git gide
yayılmaya başlamıştır. Fransa’yı işgali ve sonrasında İngiltere kapılarına
dayanmaasına yol açtı. Churcill bu durumu öngörmüş ve buna göre politikalar
izlemeye çalışmıştır. Diğer yandan Avrupa’da büyüyen güç Rusya vardı ve
başında’da Stalin. Almanya’nın Avrupa’da yayılması düşmanlarını’da artırmış ve
Rusya, İngiltere bunların başında gelmektedir. Stalin başlarda askeri gücü olsa
da hem toprak genişliği hemde diğer nedenlerden dolayı büyük bir savaşa
girmiyor. Fakat sonrasında, Hitler’in iyice doğuya doğru genişlemesi Rusya ile
savaşmaya itiyor. Bu arada Amerika Birleşik Devletleri’de Almanların
İngiltere’ye saldırmasıyla olaya dahil oluyor. Bu cepheler arttıkça Almanların
gücü düşüyor.
Bölüm adı itibariyle Barışa üç yaklaşım
olarak İngiltere, ABD ve Rusya’nın savaşmama isteği olsada sonuçta bir savaşa
giriliyor.
Batı
Birliği Kavramları(yirmi dördüncü bölüm); Macmillan, De Gaulle, Einshower ve
Kennedy bölümünde ise kısaca II. Dünya Savaşı sonrasında Soğuk Savaş dönemine
giriş mahiyetinde bir bölümdür. Stalin
öncülüğündeki SSCB’nın Avrupa’nın doğu bölümündeki devletlerin üzerinde büyük
etkiler yapması dolayısıyla da İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin(Fransa’dan ziyade daha çok İngilizler ve Amerikalılar) Rusların
böyle çalışmasına karşın bir yakınlaşma içerisine girmiş ve Rusların etkilerini
artırmamaları ve yayılmamaları için bir birlik kurma sürecine girmiştir.
Diğer
bir yandan bölüm, Berlin Krizi’ni yani Almanya’nın ikiye Batı ve Doğu Almanya
olarak ayrılmasını anlatmaktadır. Amerika izlediği izolasyon politikasından
vazgeçip dünyaya açılmıştır. SSCB’nin Avrupa’da yayılmasını engellemek için
NATO(North Atlantic Trade Organısatıon) yani Kuzey Atlantik Ticaret Paktı.
Kitabın yirmi sekizinci bölümüne geçtiğimizde
ise karşımıza Nixon’un Üçgen Diplomasisi başlığı çıkmaktadır. Amerika git gide
hem nükleer hem de ekonomik olarak düşüşe geçmişti ve Nixon’un bunu durdurması
gerekiyordu. Bundan önceki süreçte bir Wilsoncu İdealizm ile öncü olan Amerika
güç kaybı yaşıyordu. Nixon’un ise bu durumu düzeltmesi gerekiyordu. Onun
politikasi güç dengesi idi çünkü bir konuşmasında uzun süreli barışların bu
sıstemde olduğumu belirtiyordu. Herhangi bir ulus üzerinde bir hüküm kurma
niyetlerinin olmadığını ve barış direklerine yaslanmış bir dünya istediklerini
belirtmiştir. 1970’li yıllarda yapılan Nixon Doktrini ise bunun birörneğidir.
Bu doktrin şu kolonlar üzerine inşa edilmişti, ABD anlaşma yükümlülüklerine
sadık kalacak, nükleer güç savunma gerektiren yerlerde kullanılacak, nükleer
dışındaki saldırılarda ise saldırılan ülkeye bir yardım yapılacak.
Yumuşama ve Yarattığı Üçgen Diplomasi
bölümünde kısaca Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam Savaşı sonrasında
büyük yenilgisini unutturmak için SSCB ile bir detente yani bir yumuşama
dönemine girişlerini anlatmaktadır. Bunun nedeni ise Vietnam Savaşı’nda hem
Sovyetler’in hemde Amerika’nın büyük etkisinin olmasıdır. Vietnam Savaşı’nda
onur kırıcı bir yenilgi alan Amerika kendisini özellikle diplomasi alanında
aktif yaparak bu durumdan kurtulma ve SSCB ile bir yumuşama dönemi olmuştur.
Aynı zamanda daha küresel daha demokratik olgular ve barış sürecini öne atarak
bir nevi Vietnam Savaşı’nı unutturmaya çalışmıştır. Diğer bir yandan da Vietnam
Savaşı’nda etkili olan diğer bir ülke olan Çin ile de diplomatik bir sürece
girilmiştir. Fakat bu yumuşama dönemi birtakım çatışmalarında yapılmasına neden
olmuş sonrasında sona ermiştir.
Otuzuncu bölümde Soğuk Savaş’ın sonu; Reagan
ve Gorbaçov işlenmiştir. Bu bölümde kısaca SSCB’nin beklenmedik bir zamanda
çökmesi ve sonrasında Amerka’nın bu duruma karşı tavrı anlatılmaktadır. Savaş
sonuna kadar düşman olan ABD sonrasında dostluk kurmaya çalışmıştır. Genel
olarak SSCB’nin çökmesinin nedeni istemedikleri kadar geniş topraklara
ulaşmalarıdır. Bu da sonrasında çok çabuk dağılmalarına yol açmıştır. Tabiki
Reagan ve Gorbaçov farkları üzerinden gitmiş yazar yine. Gorbaçov Sovyet
sistemini tekrar geri getirmeye çalışan birisi fakat toplumunun kaynaklarını
tam olarak kavrayamamış bir lider. Sınıf mücadelelerini toptan reddeden güç
dengelerinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanan bir lider. Reagan ise
gayet toplumunu tanıyan bir liderdir. Reagan Ruslara karşı şu görevinin
olduğuna inanıyordu. Kominizt felsefenin kötülüğü. Genel Wilsonculuğu devam
ettiren bir hareketler bütünü idi Reagan’ınki. Sonuç olarak SSCB çökmüş ve
nüyük bir toprak kaybı yaşamıştır.
Son bölümde ise yeni dünya düzeninin
değerlendirilmesi yer almaktadır.
Amerika’nın demokrasi ataklarının gelişiminden bahseder. Çeşitli liberal
demokratik bir anlayış sergilemiştir görünüşte. Ekonomik ve teknolojik sistemde
dünya ülkelerinin bunların içerisinde Almanya’nın ekonomik olarak geri dönüşü
ve Japonya’nın da teknolojik ve ekonomik güçlenmesi, Ruslar açısından ise
düzenin yürütülmesi için bir istikrar gerektiğine ve sonrasındada bu durumu stabıl
sekılde götürmekti. Çin ise güçlenene kadar sesini çıkarmayan bir yapıya
sahiptir. Genel olarak anlatılanlardan bahsedersek, konular bunlar idi.
YORUM
Kitap gayet sade bir
şekilde yazılmış ve yalın süsüz bir dil kullanılmıştır. Kitapta yer yer konuşmalara
yer verilmiş bu konuşmalar üzerinden yorumlar yapılmıştır. Genel olarak
Amerikan hegemonyasını anlatan kitapta çoğunlukla liderler ve onların
politikaları üzerinden gidilmiştir. Özellikle liderlerin dünya sistemine
kattığı bazı anlayışlar da buna dahildir. Örneğin; Richelıeu raison d’etat, bu
sistemden sonra gelen realpolitik gibi sistemler. Realpolitikte Bismarck ile
şekillenmiştir. Kitabı özellikle Uluslararası İlişkiler öğrencileri tarafından
okunması gereken bir kitap olarak görüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder