25 Şubat 2019 Pazartesi

KİTAP TAHLİLİ - DİPLOMASİ - HENRY KİSSİNGER


’İnsan ölümsüzdür; kurtuluşu bu dünyadan sonradır.
Devlet is ölümsüz değildi; kurtuluşu ya şimdi sağlanır,
ya da hiçbir zaman sağlanamaz.’’
Richeliu
   HENRY KİSSİNGER

  1923 yılında Almanya’nın Bavyera bölgesi’nde Fürth’te doğdu. Köken olarak Yahudi olan Kissinger, Nazi zulmünden kaçarak 1938’de Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrine yerleşti. New York City’e bağlı Manhattan’da George Washington Lisesi’nde lise eğitimini aldı. Sonra ise muhasebe eğitimi aldı. Yıl 1943’ü gösterdiğinde ise Amerika vatandaşlığına kabul edildi. Daha sonrasında 1945 yani 2. Dünya Savaşı bitene kadar Amerkia ordusunda çavuş olarak görev yaptı, daha sonraki iki yılda ise Avrupa’da istihbarat dersleri verdi.
  Amerika’ya döndüğünde Harvard Üniversite’sinden eğitim bursu kazandı. Uluslararası İlişkiler bölümğnğ okuyup yüksek lisans daha sonra ise doktorasını yaptı. Bitirdikten sonra aynı üniversitede öğretim üyesi olarak çalıştı. Aynı zamanda ise hükümet adına Uluslararası İlişkiler Merkezinde görev aldı. J.F. Kennedy ve L.B. Johnson’un özel danışmanlıklarını üstlendi. Nixon zamanında ise Ulusal Güvenlik Danışmanı oldu.
   Kissenger Vietnam Savaşı sonrası oynadığı diplomatik rol sayesinde 1973 Nobel Barış Ödülü aldı. 1977’ye kadar Amerika’nın 56. Dışişleri Bakanlığı yaptı. Arap-İsrail Savaşları’nın sonuca gitmesinde hatrı sayılır bir rolü olan Kissinger, aynı zamanda Pakistan-Hindistan, Yan Kuppir savaşları ve Kıbrıs Harekatı’nda öne çıkan isimlerdendir.1982 de kenidene ait olan ‘’Kissinger Associates’’i kurdu[1].

BASKI TAHLİLİ

   Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan basılan kitap, 16-23,5 boyutlarında bir baskıya sahiptir. 2004 yılında başlayan basımı son olarak 2017 yılında 16. Basım’a ulaşmıştır. Özgün adı Diplomacy olan kitabı çeviren ise İbrahim H. Kurt’tur. Kitabın sayfa sayısı sekiz yüz elli altı(856)’dır. Otuz Bir(31)  ana başlıktan oluşan kitabın sonuna Teşekkürler, Notlar ve Haritalar adlı 3 bölüm daha eklenmiştir.

KİTAP TAHLİLİ

   Kitap toplam otuz bir başlıktan oluşsa da biz bunlardan bir, iki, üç, dört, beş, altı, on altı, yirmi dört, yirmi sekiz, yirmi dokuzi otuz ve otuz birinci bölümler hakkında bilgi verilecektir.
  Birinci bölüm Yeni Dünya Düzeni adlı bölümdür. Kissinger bu bölümde Amerika Birleşik Devletleri’nin öne çıkan özelliklerinden bahsetmiştir. Aynı zamanda Amerika’nın yükseldiği dönemde dünya devletlerinin nasıl bir durum içinde bulunduğunu vermiştir. Japonya, Hindisatan gibi devletler bunlara örnektir. Aynı zamanda çeşitli antlaşmalar ve öenmli kavramlar üzerinde durmuştur. Bunlardan biri de güç dengesi kavramıdır. Genel anlamda güç dengesi bir devletin egemenlik arzusunu hem de devletler arasındaki anlaşmazlık durumlarını en az seviyeye indirmektir. Bölümün sonunda Kissinger bir devlet adamını tasvir etmiştir.
  İkinci bölümde ise başlık Bağlantı: Roosevelt veya Wilson. Bu bölümde genel olarak Roosevelt ve Wilson’ün düşüncelerinden bahsetmiş ve bu düşünceler doğrultusunda Amerika politikasının nasıl geliştiğine yer vermiştir. Başlangıç olarak direkt Roosevelt ve Wilson arasındaki görüş farklılıklarıyla başlamıştır. Roosevelt birinci bölümde bahsettiğimiz güç dengesi kavramının dünyada Amerika olmadan asla olmayacağına inanıyordu. Wilson’a göre ise güç dengesi Amerika’nın bir görevinde önemli yer kaplıyordu. Oda Amerika düşüncesini dünyaya yaymaktır. Roosevelt’e göre ulusal çıkarlar ağır basarken, Wilson’a göre ulusal çıkar, dünyada barış, demokrasi, evrensel hukuk gibi kavramlar ile ilişkilendirilmelidir. Wilson bu fikirlerle paralel olarak Milletler Cemiyeti’ni ortaya atan adam olmuştur. Bu fikirler üzerinden şekillenen bir bölüm olmuştur. Şunu belirtmek gerekirse Roosevelt çok fazla ulusal çıkarlarını düşünüyordu. Dış ilişkilerde örneğin Rusya’nın tamamen bitmesini değil zayıflayıp öyle kalmasını istiyordu ki bu Amerika’nın yararınadır. Roosevelt’in böyle bireysel bakış açısı ve yaklaşımı karşısında Wilson iyi niyetli bir anlayışla bir güç dengesini hor görüyor ve Amerika’nın egemen değil bir yol gösterici olmasını istiyordu.
  Üçüncü bölümde Kissinger’in başlığı Evrensellikten Dengeye: Richelieu, William ve Pitt. Bu bölümde Amerika’dan değil Avrupa’dan bahsetmiştir tamamıyla. Özellikle Avrupa’ya hükmetme yorumunu Fransa, İngiltere gibi ülkelerin bakış açılarıyla ve olayı nasıl değerlendirdikleriyle alakalı o devletlerin önemli kişileri yardımıyla değerlendirmiştir. Batı Avrupa’daki imparator ve kilise arasında çıkan sorunlar şuanda kullandığımız kuvvetler ayrılığı ilkesinin çıkmasına neden olmuştur. Aynı zamanda derebeylerinin hükmünü ve güçlerini artırmıştır. Bu da bunların artık imparatora temsili olarak biat edeceklerini göstermiştir. Başlıktaki kişilerin özelliklerinden bahsedecek olursak; Habsburgların Avrupaya hükmetme çabası sonucunda Katolik dinini Avrupaya yaymak istedi, sonrasında karşı-Reformasyon’dan kaynaklanan bir Otuz Yıl Savaşları çıktı ve Almanlar iki ayrı silahli güce dönüştü. Ve sonra Avrupa’yla savaşııp kaybettiler. İşte bundan sonra Richelieu kendi fikirlerini ön plana çıkardı. Richelieu Fransız ve 1614-42 arasında Başbakanı. Richelieu tam bir laikti. Kendisi Fransa’nın çıkarlarını herşeyden hatta dinden bile daha üstün tutmuş ve Avrupa’nın tamamına egemen olunabileceğini düşünüş ve buna göre kavramlar geliştirmiştir. Bunların en önemlisi Raison d’etattır. Bu kavram mealen devletin iyiliği için her türlü araç kullanılabilir der yani kısaca mesele devletin yükselmesiyse bunu sağlayacak her yol mubahtır. Bu kavram zamanında çok tutmuş ve Richelieu’yu ve Fransa’yı çok ileri götürmüştür.  Amacı ise o süreçte hem Habsburglar hemde onların hanedanlarının evlilikle bağ kurduğu İspanya gibi devletlerin çevrelemesinden Fransa’yı kurtatmaktı. Raison d’etat başarılı oldu. Sonraki 200 yıl Fransa yükseldi hep yani 19. Luı de Richelieu yu takip etmişti.  Diğer yandan İngiltere’de vardı ki, başına Oranjı Wıllıam geçmişti. Avrupa’da tek bir büyük devlet yer,ne küçük ulus devletlerin olması İngiltere için iyi olurdu. Fransa tek bir devlet olmak istiyordu Avrupa’da egemen. William ise hem Richelieu’nun Raison d’etatına hemde Fransa’ya karşı ancak koalisyonlarla başarıya ulaşılacağı düşüncesindeydi vekurdu. Sırf bu yüzden Fransa Avrupa2nın en büyük devlti olsada Avrupa’ya hükmedemedi. Sonra Napolyon geldi ve Fransa tekrar Avrupa’ya hükmetmeye çalıştı.
Dördüncü bölümde isim olarak Avrupa Konferansı: Büyük Britanya, Avusturya ve Rusya. Başlangıç Viyana Kongresi ile başlamıştır. Viyana Kongresi Npolyon Savaşları sonucunda galip devletler arasında yapılmış bir kongredir ve yenilenlerden toprak alıp onlara hükmetmek yerine onları eski topraklarını geri vererek daha dengeli bir Avrupa siyaseti izlenmeye çalışılmıştır. Bu kongreden sonraki 40 yıl savaş olmamış Kırım savaşı olmuş sonraki 60 yıl yine savaş olmamıştır. Kongredeki devlet adamları dağınık Almanya’yı bir araya getirmeye çalışmışlardır. Nedeni ise Almanya’nın Avrupa’da dengelenmesidir. Çünkü Almanya tarihte hep ya en güçlü ya da en güçsüz olmuştur. Aynı zamanda diğer bir hedefte Almanların Avrupa egemenliği amacını çürütmek için monarşi yerine birleşik bir Almanya istemişierdir.
  Avrupa’da ilk kez bir ittifak oluşmuş ve bu Prusya, Rusya ve Avusturya tarafından oluşturulan Kutsal İttifak olmuştur.
  Beşinci bölümden bahsedecek olursak; Bismarck ve III. Napolyon arasındaki fikir ve strateji farklarından onların karakterlerini de ele alarak incelemiştir. Bölümün başlığına da İki Devrimci yazmıştır. Richelıeu’nun Raison d’etat’ının yerini Realpolitik kavramı aldı. Realpolitik kavramı ise altıncı bölümdeki tek cümlelik tanımıyla, güç hesapları ve ulusal çıkarların söz konusu olduğu bir dış politika olmasıdır. Böyle bir sistemin ortaya çıkması birbirine zıt iki insan yani Bismack ve III. Napolyon tarafından gerçekleştirilmiştir. İlk önce III. Napolyon’dan başlamak gerekirse; kendisi N. Bonapart’ın yeğenidir ve 1852 de iöparator oldu bir darbe sonrası. Bismack ise Prusya’lı ve antiliberal bir insandı. 1862’de zoraki olarak başbakan oldu. Şunu belirtelim ki Napolyon istediği şeylerin tam tersini yaptı ve Almanya, İtalya gibi devletlerin birleşme süreçlerini hızlandırdı, Polonya devrimi’ni destekledi, Viyana Düzenlemeleri’ne karşı çıktı ve Fransa’yı bir süre çabalasada ileri götüremedi. Fransa’ya hiç yararı dokunmadı değil tabiki. Örneğin; Fransa’nın sanayi devrimi sürecine sokan odur. Özellikle ekonomik ynden çok yol aldı fakat genel olarak pek başarılı olamadı.
  Bismarck ise tamamen Almanların birleşmesi sorununa çözüm olarak geldi. Çok akıllı bir liderdi, şiir sever edebiyata ilgisi büyük, harikulade bir orantı duygusu ve gücü bierleşmiş bir kontrol gücüne sahipti. Alman milliyetçisiydi. Almanya’nın tek başına kendini yönetebileceğini savundu. Diplomatik olarak o zaman da onunla Avrupa’da pek kimse yarışamadı. Napolyon’lu Fransa ile 1870’de savaş yaptı ve Fransa’ya karşı diğer Alman devletlerin yardımıyla kazandı.Böylece Alman Birliği tamamlanmış oldu. Bismarck bie devrimciydi. Dış politikaya tamamen objektif bir bakış açısı vardı. Aynı zamanda dış politikanın sorunsuzluğu sayesinde iç politika da gayet esnekti. Bismarck’ın fikirleri özet olarak böyledir.
   Realpolitik Kendine Dönüyor bölümünü incelersek eğer; başlangıç olarak bölümde Realpolitik kavramını tanımlamıştır. Kısaca milli çıkarlar ve güç yarışında üstün gelmenin amaç olduğu bir dış politika sistemidir. Bismarck zamanında Alman Birliği Fransa ile yapılan 1870 savaşından sonra kurulmuştu. Bu durum Avrupa üzerindeki dengeleri değiştirmiş ve diğer devletlerin Alman yapısını kendilerine tehdit olarak görmelerini ve buna göre politikalar izlemelerini sağladı.
 Bu bölüme kadar ardışık bölümlerle gelinse de bu bölümden sonra 16. 24. 27-31 bölümleri arasında
  On altıncı bölüme başlayacak olursak;   Barışa Üç Farklı Yaklaşım . Hitler’in gelişiyle Alman milliyetçiliği en üst derecelere yükselmiş ve Almanya git gide yayılmaya başlamıştır. Fransa’yı işgali ve sonrasında İngiltere kapılarına dayanmaasına yol açtı. Churcill bu durumu öngörmüş ve buna göre politikalar izlemeye çalışmıştır. Diğer yandan Avrupa’da büyüyen güç Rusya vardı ve başında’da Stalin. Almanya’nın Avrupa’da yayılması düşmanlarını’da artırmış ve Rusya, İngiltere bunların başında gelmektedir. Stalin başlarda askeri gücü olsa da hem toprak genişliği hemde diğer nedenlerden dolayı büyük bir savaşa girmiyor. Fakat sonrasında, Hitler’in iyice doğuya doğru genişlemesi Rusya ile savaşmaya itiyor. Bu arada Amerika Birleşik Devletleri’de Almanların İngiltere’ye saldırmasıyla olaya dahil oluyor. Bu cepheler arttıkça Almanların gücü düşüyor.
  Bölüm adı itibariyle Barışa üç yaklaşım olarak İngiltere, ABD ve Rusya’nın savaşmama isteği olsada sonuçta bir savaşa giriliyor.
     Batı Birliği Kavramları(yirmi dördüncü bölüm); Macmillan, De Gaulle, Einshower ve Kennedy bölümünde ise kısaca II. Dünya Savaşı sonrasında Soğuk Savaş dönemine giriş mahiyetinde bir bölümdür.  Stalin öncülüğündeki SSCB’nın Avrupa’nın doğu bölümündeki devletlerin üzerinde büyük etkiler yapması dolayısıyla da İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin(Fransa’dan ziyade daha çok İngilizler ve Amerikalılar) Rusların böyle çalışmasına karşın bir yakınlaşma içerisine girmiş ve Rusların etkilerini artırmamaları ve yayılmamaları için bir birlik kurma sürecine girmiştir. Diğer bir yandan bölüm, Berlin Krizi’ni yani Almanya’nın ikiye Batı ve Doğu Almanya olarak ayrılmasını anlatmaktadır. Amerika izlediği izolasyon politikasından vazgeçip dünyaya açılmıştır. SSCB’nin Avrupa’da yayılmasını engellemek için NATO(North Atlantic Trade Organısatıon) yani Kuzey Atlantik Ticaret Paktı.
  Kitabın yirmi sekizinci bölümüne geçtiğimizde ise karşımıza Nixon’un Üçgen Diplomasisi başlığı çıkmaktadır. Amerika git gide hem nükleer hem de ekonomik olarak düşüşe geçmişti ve Nixon’un bunu durdurması gerekiyordu. Bundan önceki süreçte bir Wilsoncu İdealizm ile öncü olan Amerika güç kaybı yaşıyordu. Nixon’un ise bu durumu düzeltmesi gerekiyordu. Onun politikasi güç dengesi idi çünkü bir konuşmasında uzun süreli barışların bu sıstemde olduğumu belirtiyordu. Herhangi bir ulus üzerinde bir hüküm kurma niyetlerinin olmadığını ve barış direklerine yaslanmış bir dünya istediklerini belirtmiştir. 1970’li yıllarda yapılan Nixon Doktrini ise bunun birörneğidir. Bu doktrin şu kolonlar üzerine inşa edilmişti, ABD anlaşma yükümlülüklerine sadık kalacak, nükleer güç savunma gerektiren yerlerde kullanılacak, nükleer dışındaki saldırılarda ise saldırılan ülkeye bir yardım yapılacak.
    Yumuşama ve Yarattığı Üçgen Diplomasi bölümünde kısaca Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam Savaşı sonrasında büyük yenilgisini unutturmak için SSCB ile bir detente yani bir yumuşama dönemine girişlerini anlatmaktadır. Bunun nedeni ise Vietnam Savaşı’nda hem Sovyetler’in hemde Amerika’nın büyük etkisinin olmasıdır. Vietnam Savaşı’nda onur kırıcı bir yenilgi alan Amerika kendisini özellikle diplomasi alanında aktif yaparak bu durumdan kurtulma ve SSCB ile bir yumuşama dönemi olmuştur. Aynı zamanda daha küresel daha demokratik olgular ve barış sürecini öne atarak bir nevi Vietnam Savaşı’nı unutturmaya çalışmıştır. Diğer bir yandan da Vietnam Savaşı’nda etkili olan diğer bir ülke olan Çin ile de diplomatik bir sürece girilmiştir. Fakat bu yumuşama dönemi birtakım çatışmalarında yapılmasına neden olmuş sonrasında sona ermiştir.
   Otuzuncu bölümde Soğuk Savaş’ın sonu; Reagan ve Gorbaçov işlenmiştir. Bu bölümde kısaca SSCB’nin beklenmedik bir zamanda çökmesi ve sonrasında Amerka’nın bu duruma karşı tavrı anlatılmaktadır. Savaş sonuna kadar düşman olan ABD sonrasında dostluk kurmaya çalışmıştır. Genel olarak SSCB’nin çökmesinin nedeni istemedikleri kadar geniş topraklara ulaşmalarıdır. Bu da sonrasında çok çabuk dağılmalarına yol açmıştır. Tabiki Reagan ve Gorbaçov farkları üzerinden gitmiş yazar yine. Gorbaçov Sovyet sistemini tekrar geri getirmeye çalışan birisi fakat toplumunun kaynaklarını tam olarak kavrayamamış bir lider. Sınıf mücadelelerini toptan reddeden güç dengelerinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanan bir lider. Reagan ise gayet toplumunu tanıyan bir liderdir. Reagan Ruslara karşı şu görevinin olduğuna inanıyordu. Kominizt felsefenin kötülüğü. Genel Wilsonculuğu devam ettiren bir hareketler bütünü idi Reagan’ınki. Sonuç olarak SSCB çökmüş ve nüyük bir toprak kaybı yaşamıştır. 
  Son bölümde ise yeni dünya düzeninin değerlendirilmesi yer almaktadır.  Amerika’nın demokrasi ataklarının gelişiminden bahseder. Çeşitli liberal demokratik bir anlayış sergilemiştir görünüşte. Ekonomik ve teknolojik sistemde dünya ülkelerinin bunların içerisinde Almanya’nın ekonomik olarak geri dönüşü ve Japonya’nın da teknolojik ve ekonomik güçlenmesi, Ruslar açısından ise düzenin yürütülmesi için bir istikrar gerektiğine ve sonrasındada bu durumu stabıl sekılde götürmekti. Çin ise güçlenene kadar sesini çıkarmayan bir yapıya sahiptir. Genel olarak anlatılanlardan bahsedersek, konular bunlar idi.

YORUM

Kitap gayet sade bir şekilde yazılmış ve yalın süsüz bir dil kullanılmıştır. Kitapta yer yer konuşmalara yer verilmiş bu konuşmalar üzerinden yorumlar yapılmıştır. Genel olarak Amerikan hegemonyasını anlatan kitapta çoğunlukla liderler ve onların politikaları üzerinden gidilmiştir. Özellikle liderlerin dünya sistemine kattığı bazı anlayışlar da buna dahildir. Örneğin; Richelıeu raison d’etat, bu sistemden sonra gelen realpolitik gibi sistemler. Realpolitikte Bismarck ile şekillenmiştir. Kitabı özellikle Uluslararası İlişkiler öğrencileri tarafından okunması gereken bir kitap olarak görüyorum.


Seyit Murat Erdoğan


[1] www.biyografi.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder